Bir ülkenin aniden komşu bir ülkeden büyük bir mülteci akınıyla karşılaşması senaryosunu hayal edelim. Gerçi, bu senaryoyu hayal etmek zor değil, çünkü bunu tecrübe ettik. Ev sahibi ülke, normalde aklıselim olarak yapması gerektiği şekilde bu mültecilerin çoğunu seyrek nüfuslu bölgelerde inşa edilen kamplarda barındırırken, yetkin olan diğerlerini de kentsel alanlarda belirli bir süre misafir oldukları ülkenin üretimine katkıda bulunmaları için yerleştirir. Tabii bu varsayımlar gelen misafirlerin geçici sığınmacı değil mülteci oldukları durumda gerçekleşir. Hadi şimdilik gelenlerin de mülteci olduğunu düşünelim. Gelen yüksek nüfuslu mültecilerin, ev sahibi ülkenin ekonomisi, sosyal yaşantısı gibi birçok konu üzerinde etkisi olacaktır. Peki, ekonomik olarak ele alıp değerlendirelim dediğimizde iktisat teorisine göre bu durumda ne beklemeliyiz?
Ekonomik açıdan bakıldığında, bizde yaşanmış ve yaşanmakta olanın aksine, kitlesel olarak yapılan bu göçün idaresi planlanarak yapılır ve gerçekleşen göç nicelik olarak da ev sahibi ülkenin kaldırabileceği kadar olursa mülteci akını nedeniyle ev sahibi ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) ve hane gelirlerinin artmasını bekleriz. Kısa vadede, mülteci kampları gibi aniden dolup taşan yerleşim alanları, mültecilerin yardım alarak mal ve hizmetleri tüketmesi nedeniyle GSYİH büyümesi yaşanır. Kentsel alanlar gibi nüfusu yoğun bölgelerde, yeni nüfusun oluşmasıyla gelir ve tüketim arttıkça GSYİH da artar. Bu, belirli bir coğrafi bölgede daha fazla insanın (mülteci ve yardım hizmetleri çalışanları) ve daha fazla paranın (uluslararası yardım ve hükümet harcamaları) olması gerçeğinden kaynaklanan istatistiksel bir sonuçtur. Uluslararası yardımın ülke dışından gelen para olması nedeniyle GSYİH’nın artmasına katkıda bulunduğunu anlayabilirsiniz. Bazıları hükümet harcamalarının GSYİH’yı artırdığı konusunda şüphe duyabilir. Bu durum, hükümetin normalde bütçe yaparken mülteciler için ayırdığı bir bütçe olmadığından, başka bir yatırım veya harcama kaleminden keserek mültecilere yardım konusunda para harcamaya başladığında piyasaya insani yardım başlığı adı altında barınma, giyinme, yeme-içme harcaması olarak sıcak para sokmasıyla açıklanabilir. Bu da GSYİH’yı yardım harcamalarının yapıldığı periyotlarda artırır.
Bu senaryoda normalde orta vadede yerel hane gelirlerinin de artmasını bekleriz. Nüfus artışı, yardım ve hükümet harcamalarıyla birlikte yerel tüketimi artırır ve bu da yerel üretim ile mal ve hizmet satışlarında artışa yol açar. İşgücü piyasasında mültecilerin varlığı, özellikle kayıt dışı çalışıyorlarsa, işverenlerin işgücü maliyetlerini potansiyel olarak azaltabilir. Sonuç olarak, yerel ev sahipleri, girişimciler, üreticiler ve mal ve hizmet tedarikçilerinin gelirlerinde artış yaşanması muhtemeldir, bu da işletmelerin genişlemesine ve hane halkı gelirinde genel bir artışa yol açabilir. Ekonomik açıdan, bu duruma ekonominin “genişleyici etkileri” denir.
Bu potansiyel olumlu iktisadi etkilerle birlikte, ev sahibi ülkenin asli vatandaşları arasındaki en savunmasız grupları olumsuz yönde etkileyecek unsurların da oluşacağını bilmeliyiz. Kısa vadede, mültecilere ev sahipliği yapan bölgelerde kaynak sıkıntısı ve çevresel bozulma yaşanabilir, bu da yerel kalkınmayı rayından çıkarabilir ve sosyal düzeni bozabilir. Kentsel alanlarda mülteci akını altyapı ve hizmet kıtlığına yol açarak hem mülteciler hem de ev sahibi topluluk için daha yüksek maliyetlere, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerin aşırı kalabalıklaşmasına, trafik ve kirliliğin artmasına, iş ve barınma için rekabete neden olabilir. Bu faktörler kira artışına, işsizliğe, enflasyonun yükselmesine, toplumsal gerilimin oluşmasına ve sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin artmasına neden olabilir.
Orta vadede olumsuz etkiler belirginleşebilir. Yerel halkın bir kısmı ekonomik kazanç elde ederken, bir kısmı artan rekabet nedeniyle yerinden edilebilir veya işini kaybedebilir. Bu olumsuz etkilerin kadınlar, gençler, düşük vasıflı ve kayıt dışı çalışanlar dahil olmak üzere toplumun en savunmasız üyelerini etkilemesi muhtemeldir.
Özetle, hem ekonomik teori hem de tarihsel birçok ampirik kanıt, bir mülteci krizinin ev sahibi topluluklar üzerinde hem olumlu hem de olumsuz etkilere sahip olabileceğini göstermektedir. Hele ki ev sahibi ülkenin yöneticileri kendi vatandaşından topladığı vergileri, gereğinden uzun bir süre mültecilerin bakımına harcamışsa ve bu politikayı lüzumsuz bir inatla devam ettiriyorsa toplumda iktisadi kaygılar artar ve huzursuzluk başlar.
Sonuç olarak, ev sahibi ülkede negatif iktisadi etkenler ve ziyadesiyle huzursuzluk olsun istenmiyorsa misafirlik bittiğinde herkes selametle evine gönderilmelidir. Misafirliğin bittiğine misafirin değil ev sahibinin karar vermesi daha uygundur. Bunun hukuki zemine oturması uluslararası anlaşmalar gereği elzem olduğundan sığınmacılara kapılarını açan ev sahibi ülke yöneticileri ile sığınmacıların kendi ülke yöneticilerinin görüşmeleri ve mutabakatları neticesinde misafirliğin bittiğine karar verilebilir. Bu vaziyeti desteklemek ve hızlandırmak için sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kurumlar ev sahibi ülkenin asli vatandaşı olan savunmasız grupları korumaya ve onlara yardım etmeye ve ev sahibi hükümetleri sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma yolunu yönetme konusunda desteklemeye öncelik vermelidir.
Esasen mülteciler ev sahibi ülkede uzun vadede iktisadi olarak çok büyük problemler oluşturamazlar. Ya da düzeltilebilir hasarlar oluştururlar denebilir. Asıl büyük problem mültecilerin geldikleri ülkelerin şartları düzeldiğinde dahi ülkelerine dönmek istememeleri halinde demografik değişimin sosyal yaşantıya olan olumsuz etkileri olacaktır. Türkiye’de bu durum artık potansiyel bir sorun olmaktan çıkmış ve halihazırda yaşanan bir problem haline gelmiştir. Ülkeyi yönetenlerden hiç kimsenin konuyla ilgili bir kitlesel geri gönderme planı olmadığı da belli. Yine de iktisadi, kültürel ve sosyal olarak ülkemizi etkilediği aşikar olduğundan konuyu sıcak tutmanın gerekli ve önemli olduğu kanaatindeyim.
Alıntı: TamgaTürk